Dark

Light

Dark

Light

Scroll to top
Contact Us
İdealtepe Mh. Dik Sk. No:8/1 Diamond Plaza Maltepe İstanbul
[email protected]
Would you like to work with us?
[email protected]

Şimdi reklamlar!

Haber verme, tanıtma faaliyetleri insanlık tarihinin en eski uğraşların biri şüphesiz. Zamanla gelişen iletişim teknolojilerinin yaptığı tek değişiklik bu faaliyet kanallarını çeşitlendirmek olmuş aslında. Gittikçe daha komplike bir uğraşa dönüşen, markalaşmanın hem sebebi hem sonucu olarak değerlendirilmeye açık olan bu olgunun tarihsel dönüşümüne bir göz atalım.

Basılı kültürden önce tellalla satış yapan çığırtkanlar (Aaa İstanbul’un restorantlara davet eden kibar beyefendileri gibi mi? Evet diyelim.), tabelalar reklamcılığın ilk adımları olarak düşünülür. Burada kişinin sesli ifadesi tüm satış ve pazarlama yükünü üstlenmesi anlamına geliyordu. Kişinin ikna kabiliyeti, rol yeteneği, kelime dağarcığı gibi özelliklerinin ön planda olması şaşırılmayacak bir durum.

Gutenberg’in değiştirdiği dünya

Matbaanın icadı dünya üzerindeki pek çok değişimin başlangıcını oluşturur. Matbaanın 1450 yılındaki icadından 30 yıl sonra İngiliz bir matbaacı bastığı kitabın tanıtılabilmesi için ilk duvar afişi olarak kayda geçecek posteri Londra’da kilise duvarına astı. Bu, basılı reklam macerasının ilk adımıydı. Tabii gazetelerin de giderek çoğaldığı ve yaygınlaştığı bir süreçti ve şimdi olduğu gibi o zamanda da gazeteleri ayakta tutan en önemli öge olarak “reklam” görülmekteydi.

Reklamcılığın en önemli isimlerinden biri olan Joseph Addison, 1710 yılında Tatler’e reklamcılığı şu cümlelerle anlatıyordu: “Reklam yazarlığı denen büyük sanat okuyucuyu avlamak için keşfedilmiş en uygun metottur, Bu sanat olmasaydı bir çok güzel şey görünemez, kaybolurdu.”

Bana inanıyor musun?

Reklamı görünür olma isteğinin en gösterişli dışa vurumu olarak algılarız. Ancak yalnızca görünür olmak değil, iddia edilen her ne ise onun gerçek olduğuna diğerlerini ikna etmek için de kullanışlı bir araç. Halkın, reklamda gördüğü her şeye inandığını düşünen Montague dükü için bu ikna kavramı öyle bir hale gelmişti ki, arkadaşlarıyla konu üzerine girdikleri bahiste “Tiyatroda bir adam. Yalnız bastonu ile bir or¬kestranın çalabileceği bir parça çalacak ve alelade bir şarap şişesine girerek şarkı söyleye¬cektir.” yazılı ilanın herkesi kandırabileceğini öne sürmüştü. Yok artık diyen birkaç cılız ses duyuyor gibiyim. Büyük bir çoğunluk doğru tahmin etti, o bina kalabalıktan dolup taşmıştı… Bu adamı göreceklerini umut eden birçok insan bunun nahif bir şaka olduğunu fark ettiğinde öfkeden deliye dönüp ortalığı savaş alanına çevirmişti.

Gerçekten başlıyoruz!

Londra’da 1812’de ilk reklam acentesi kurulduktan 1870’ler Amerika’sına uzandığımızda birçok reklam ajansının faaliyette olduğuna denk geliyoruz.

Abartının, gösterişin bol bol kullanıldığı bu yıllar doğruluğunun sorgulanmadığı, sadeliğin pek de ilgi çekmediği şamatalı reklamların çağıydı.

Ders kitaplarında, literatürde reklamcılığın amacı ve yöntemi dikkatle ele alınmış, bununla ilgili yayınlar hazırlanmıştır. Artık ona bir bilim gibi yaklaşılıyor, onun matematiği çözümlenmeye çalışılıyordu.

“Halk satın almaktan hoşlanmakla ancak satın almak için ikna olacağı sebepler aramaktadır.”

Bu sebepler nasıl yaratılır? Nelere dikkat edilir, ön plana çıkarılacak unsurlar nasıl belirlenir?

Hopkins, Schilitz biralarının üretim sürecini takip etmek üzere gittiği fabrikada şişelerin istimle temizlendiğine dikkat eder. Aslında bu, o dönemde oldukça yaygın bir yöntem olmasına rağmen Hopkins, Scgilitz biraları için hazırlamayı planladığı kampanyayı bunun üzerine inşa eder. Schilitz’in temizliği üzerinde durarak sürdürdüğü çalışma kısa sürede karşılık bulur. Her ne kadar diğer birçok marka bu yöntemi kullansa da bunu sesli ifade etmeye çekinirler. Çünkü taklit etme imajının daha kötü olduğunu onlar da biliyorlardı. Her şeyin imaja dönüştüğünü yani, biliyorlardı. Artık önemli olan neyi yaptığın değil, yaptığını ne zaman, nasıl pazarladığın olmuştu.

Radyonun reklamı

20’li yılların reklamcılık dünyasında artık yeni bir aktör vardı. Ürkütücü bir rakip: Radyo. Amerika’da 1927 yılında 7 milyon radyo alıcısına 4 milyon dolarlık reklam yapılırken bu sayı ilerleyen yıllarda 779 milyonları bulacak, yatırımların büyük bir kısmına sahip olarak yerini iyice sağlamlaştıracaktı.
Başlangıçta basit ürün tanıtımı olan bu reklamlar matbaa mantığından bir süre kurtulamamış, yazıların sesli okunması gibi bir sunumla pazara çıkmıştı.

Reklamcılık yalnızca ürün satmak için değil, fikir satmak, eylem satmak için de ne kadar kullanışlı olduğunu savaş yıllarında göstermektedir. Birinci Dünya Savaşı’nda örneği görülse de en yaygın ve profesyonelce kullanımı İkinci Dünya Savaşı yıllarına rastlamaktadır. Ordu için hazırlanan sloganlardan biri: “Silah ve teçhizatını iyi koru ki, o da seni korusun.”

Bir başka reklam tamamen duygulara hitap ederek ve milli duyguların hareketlenmesini önceleyerek “Saat 3.42 A. M. Bir askeri tren. Battaniyelerine sarılmış, ağır ağır soluyan insanlar… Bu alelade bir seyahat değildir. Onlar yarın açık denizlerde olacaklar ve belki de bir daha Amerika’yı göremeyecekler.” şeklinde hazırlanmıştı.

Zeki Müren de bizi görecek mi?

Öncelikle şunu belirtmek gerekir, belki afişler değil ama radyo gücünü yitirdi denemez. Ki, afişleri de her an her yerde görüyoruz. Günümüzde bile radyo reklamcılığı kendi sahasını çok geniş çaplı olmasa da korumaya devam ediyor. Ancak televizyonun hayatımıza girişi en az Gutenberg’in Matbaa Devrimi kadar büyük bir olaydı. Artık Neil Postman deyişiyle Gösteri Çağı başlamıştı. Televizyon ayrıca reklamlara yer verse de varlığı itibariyle kendisi reklamdı. Televizyon dünyasına dahil olan her şey pazarlanabilir bir metaydı, tanıtılması ve satılması gereken ürünlerden oluşmaktaydı. Enformasyonun yayılımı hızlanmış, hedef kitle yelpazesi epey genişlemişti.

Araç mı amaç mı?

Görünür olma arzusu ve isteği gelişen her iletişim teknolojisinde kendine yer buldu. Gelişen her şeye ayak uydurarak daha komplike daha görkemli bir hale geldi. Şimdi dijital dünyadaki sürecine an be an tanık olduğumuz reklamcılık artık bir ürün tanıtımı ya da sadece pazarlama konusu olarak değil; psiko-sosyal süreçlerle ilgili analizlerin yapılabildiği, eğilimlerin hesaplanıp planlanabildiği hatta eğilim oluşturabildiği bir yapıya evrildi. Reklam, üreticiyle tüketiciyi buluşturan bir araç olmaktan öte üretici ve tüketiciyi yaratan en büyük güç haline dönüştü.

Author avatar
emre_insprad
https://insprad.com
We use cookies to give you the best experience.